BEYİN BAĞIRSAK İLİŞKİSİ
Bağırsaklarımızda bir evren yaşıyor:
Bütün bilimsel gelişmelere rağmen, bağırsaklar ve burada yaşayan canlı organizmalar ve bunların birbirleriyle ve vücudun geri kalanıyla iletişimi hala dipsiz bir kuyu gibi bilinmezlerle dolu. Benim böyle hissetmem doğal fakat, hayatını bu alandaki araştırmalara adamış bilim insanları da bu görüşte. Düşünsenize, bu organizmalar içimizde karanlık ve oksijensiz bir ortamda, insan vücuduyla olumlu bir işleyiş içinde yaşayıp duruyor. Sadece insanın yediği besinlerle karnını doyuruyor ve onun için çeşitli vitaminler, hormonlar, kimyasallar üretiyor. Aslında insan bedeninde var olan genetik materyalin %99’u bu mikroplara ait, aralarında bakteriler, mantarlar, virüsler, protist ve arkealar var, bunlar daha çok bağırsak içi boşlukta tabii ki. Yaklaşık 40 trilyon organizmanın misafir edilmesinin yanı sıra, burada çok önemli bir konu daha var: bu organizmalar kendi aralarında ve insan bedeniyle, evrenin en kompleks bilgisayar sistemi aracılığıyla konuşuyorlar. Bugüne kadar bu konuşma dilini oluşturan bakteriyel metabolitlerin çok az bir bölümü hakkında bilgi sahibiyiz. Örneğin bütirat dediğimiz bir metabolit bağırsak hücreleri için son derece faydalı iken, TMAO olarak kısaca bahsedilen bir metabolitin de, kalp damar sağlığını olumsuz yönde etkilediğini biliyoruz. İşin ilginç yanı, bu metabolitleri beslenme ve yaşam tarzımızla düzenlememiz mümkün.
Vücudun bağışıklık sisteminin %70-80’i bağırsaklarda yer alırken, bağırsaklara özel sinir sistemi de, bağırsakları omuriliğe ve beyine bağlıyor. Son dönemde yapılan çalışmalar, bağırsak mikrobiyatasının beyi gelişimini ve fonksiyonları etkilediğini gösteriyor. Bir çok nörolojik ve psikolojik bozuklukta, bağırsak mikrobiyatasındaki dengesizlik gösterilmiş. Alzheimer, Parkinson, multipl skleroz (MS), kaygı ve depresyon, otizm spektrumundaki hastalarda antibiyotik tedavisiyle ya da çeşitli bakterilerin eklenmesiyle, hastalıkların seyrinde iyileşmeler gösterilebilmiş.
MS örneğinde, hepimizin yakından bildiği gibi Dr. Therry Wahls’un beslenme ve yaşam tarzını düzenleyerek, hasatlığının seyrini tersine çevirip, bunu binlerce hasta üzerinde gösterebilmiş olması da, aynı mekanizmaları kapsayarak gerçekleşiyor. Onun MS yaklaşımını ben de neredeyse tamamen kullanıyorum. Depresyon ve kaygının yönetiminde ben kendi pratiğimde de sonuçları biriktirmeye başladım. Sinir sistemini ilgilendiren şikayetler,uyuşma karıncalanma, huzursuz bacak, ağrılar, başta migren bu yaklaşımdan çok fayda görüyor.
Tabii ki bağırsakların ve toplamda yaşam tarzımızın etkileri hormonal sistemimiz ile de direkt ilişkili.
Beyin ve bağırsak arasındaki iletişim nasıl gerçekleşiyor?
Beyin bağırsaklar arasındaki iletişim döngüsel kompleks bir özellik gösteriyor; bu iletişimin beyinden bağırsaklara doğru olanyönü, başta otonom sinir sistemi aracılığıyla olmak üzere sinir sistemi aracılığıyla gerçekleşiyor ve bu uyarılar kasılmalar, salgılar, kan akımı, bağışıklık aktiviteleri gibi tüm bağırsak fonksiyonlarını ve duygularımızı etkiliyor.
Bağırsaklardan kalkan sinyaller ise, beyine en az üç yolla sinyaller gönderebilir. Birincisi sinir sistemi aracılı, örneğin bir sinir ileticisi olan serotoninin beyinde etki etmesi ya da vagus sinirinin uyarılması sonucu beyine uyarılar gitmesi örneğinde olduğu gibi nörokrin etki. Buradaki sinyaller enterik sinir sisteminden, kaslardan, hormonlardan ve mikroplardan kalkabilir.
İkincisi beyine doyma sinyallerinin hormonlar aracılığıyla gönderilmesi durumunda olduğu gibi, hormonlar aracılığıyla endokrin bir işlev görebilir.
Ya da bağışıklık sistemi aracıları olan sitokinlerin sentezinde olduğu gibi, tüm vücuda mesaj iletebilir (sistemik etki).
Bu etkilerin daha anne karnındayken başladığını ve bebeğin tüm sinirsel gelişimini başlattığı ve yönettiğini düşünsenize… Bu durumda hamilelik dahil, bebeklik ve erken çocukluk döneminde kullanılan antibiyotikler, uygun olmayan beslenme ve başta çocukluk çağı travmaları olmak üzere, stresin bağırsak mikrobiyatası üzerinden, tüm sinirsel gelişimi de olumsuz etkileyebileğini tahmin edebiliriz.
Sinyal iletim dili olarak metabolitler:
Bağırsaklarımızdaki mikroplar yaklaşık sayısı 400 bin olarak tahmin edilen metabolitler aracılığıyla beyinle iletişim halinde. Mikroplar bir uyaran aldıklarında, sinyallerini bu metabolitler aracılığıyla iletiyorlar.
Şekil 1: Bağırsaktan kaynaklanan metabolitlerin çeşitli hastalıklar üzerine etkisi
Mikropların çevreye sinyal göndermesine sebep olan uyaranlar diyet kaynaklı olabilir, örneğin amino asitler, polifenoller vb. İçinde yaşadığı canlının ürettiği çeşitli maddeler kaynaklı olabilir (safra asitleri, kolesterol, steroid hormonlar gibi), ya da ortamdaki toksinler gibi biyosentetik materyallerden ürüyor olabilir.
Sistemimiz üzerine yanlış besinler ve çeşitli stres unsurlarının etkisi neredeyse aynı. Buna sağlık adına tüketilen besin maddeleri ve aşırı egzersizin etkileri de dahil. Peki olumsuz etkiler nasıl başlıyor, bunu inceleyelim:
Şekil 2: Sağlıklı ve Geçirgen Bağırsak
Her şey yolunda giderken, bağırsaklarımızın bir birine sıkı bağlantılarla bağlı tek katlı prizmatik epiteli sağlamdır, üzerinde kalın bir mukus tabakası vardır ve bu sistem bakterilerin, toksinlerin ve kimyasalların kana karışmasına engel olur. Ama duyarlı olunan ya da zararlı besinler, duygusal ya da fiziksel her türlü stres önce mukus tabakasının kaybolmasına, sonra hücrelerin bozulmasına, bir birlerinden ayrılmasına ve bağırsak bariyerinin bozulmasıyla birlikte sindirilmemiş gıda parçalarının, bakteriyel toksinlerin, kimyasalların, hormon metabolitlerinin kana karışmasına ve kanda kronik hafif düzeyde iltihap oluşmasına sebep olur. Artık bu durumda, kişinin genetik yatkınlığına bağlı olarak, vücudun neresinde bir zayıf halka varsa, orada bozukluklar ortaya çıkmasına sebep olur.
Biz bozulan bağırsağın durumunu, çoğu zaman günler içinde sindirim sistemi şikayetlerinden hissederiz. Dokularda oluşan bozulmalar ise daha geç, bazen yıllar içinde kanser, otoimmün hastalık, karaciğer yağlanması (NAFLD), metabolik sendrom olarak kendini gösterir. Sinir sisteminde de bilişsel bozulmalar, kronik ağrı, epilepsi, Parkinson Hastalığı, , ruh hali ve duygudurumu ilgilendiren sorunlar, başta depresyon görülebilir. Çeşitli gıda bağımlılıkları ve obezite konusunda da benzer mekanizmaların etkili olabildiği de gösterilmiştir. Beslenmeyle epileptik nöbetlerin azaltılabileceği, otizm spektrumu hastalarda probiyotik desteğiyle, hatta fekal transplantlarla (kaka transferi) olumlu değişimler sağlanabileceği son dönemin çalışma ve pratiklerinden örnekler.
Dolayısıyla psikiyatrik ya da nörolojik şikayetleri olan bir hastayı da, genetik, beslenme, yaşam tarzı, ilaçlar ve diğer olası terapiler anlamında bütüncül değerlendirmek en doğrusu olacaktır. Şu anda çoğu zaman hastaya yöneltilen sorular ışığında, tespit edilen bulguları ortadan kaldırabilecek, belli başlı ilaç tedavilerinden biri seçilip uygulanırken, yapılan araştırmalar bu ilaç tedavilerinden sonra bulguların %40 oranında 15 hafta içinde geri geldiğini, %20 oranında aciz düşürdüğü ya da intihar eğilimi yarattığı, %66 oranında da bazı bulguların arta kaldığını, hiç geçmediğini gösteriyor.
Bütüncül yaklaşımla ise, doğamızın dışında büyük değişiklikler yapmadan da, vücudumuzu dengeye getirmek mümkün. Ancak bu, emek ve zaman gerektiriyor.
Peki biz neler yapabiliriz, bunları inceleyelim.
1. Vagal sistemi aktive et:
Öncelikle, vagus siniri üzerinden etki eden her türlü girişimin, enterik sinir sistemi ve santral sinir sistemi üzerinden olumlu etkiler sağlayabileceğini biliyoruz. Bu girişimler dua, namaz gibi dinsel bir pratik yoluyla olabileceği gibi, nefes ve meditasyon çalışmaları, sanat çalışmaları ve farkındalık egzersizleri gibi yollarla desteklenebilir. Fonksiyonel tıp uygulamalarının içinde, ruhsal- duygusal- bilişsel değerlendirme ve yardımların ne kadar etkili olduğunu biliyoruz; her zaman yaklaşımın merkezinde temel bir rolü var bu alanın.
2. Amino asit eksikliklerini sapta ve gerekli önlemleri al.
Bağırsaklar ve beyin arasında aracılık eden sinir ileticilerinin protein yapısında olduğunu unutmamız gerekir. Dolayısıyla ruhsal ve sinirsel sistemi ilgilendiren şikayetleri olan bireyleri, bir kök sebep olarak protein düzeylerinin saptanması, proteinlerin eksik alımı, sindirimi ya da emilimi açısından değerlendirmemiz gerekir. Eksik proteinlerin besinlerle alımını arttırarak ya da sindirim sitemi işlevlerini mide asidi, pankreas enzimleri aracılığıyla destekleyerek de yol katedilebileceğini unutmamamız gerekir.
3. Diğer besinsel eksiklikleri sapta ve yerine koy.
Duygu durum ile ilgili temel sinirsel iletici serotoninin sentezi örneğinde, ortamda B1, B2, B6, B9, B12, C vitaminleri, çinko, magnezyumun, demir, omega 3 gerekli olması ve beyinde etki edebilmesi için D vitamini bulunması gerektiği için, vücudun fizyolojik gereksinimlerinin araştırılıp, tamamlanması gerekir. (Şekil 3)
Şekil 3: Sinirsel ileticilerin sentezi
4. Bağırsakları tedavi et.
Bağırsaklarda iltihap varlığında bütün temel sentez ve işlevler bozulacağından, bu nedenle bağırsağı tamir etmenin en önemli öncelik olduğunu hatırlamamız gerekir.
5. Vücuttaki iltihabı tedavi et, kortizol seviyelerini düzenle.
Kontrol edilemeyen stres, kortizol seviyeleri ve iltihap varlığında, yeterli hammadde varken bile, serotonin yerine, beyine zararlı metabolitlerin oluşacağını bildiğimizden, özellikle stres yönetimi, kortizol seviyelerinin düşürülmesi ve iltihabın azaltılması gerekir.
6. Yeterince uyu ve fiziksel egzersiz yap.
7. Vücudumuzdaki hormonların işleyişini yoluna sok.
8. Huzur bulduğun ilişkileri besle, toksik olanlardan uzaklaş
9. Kendine iyi bak.
Bilinçli olarak dinlenme zamanları ayır, keyif alacağımız ortamlarda bulun…
10. Söz konusu değişimi yakalayabilmek üzere, fonksiyonel tıp bakış açısına sahip uzmanlardan yardım al.
Hepinize sağlıklı ve güzel günler dilerim…
Referanslar: