Yazılarım

Yazılarım

Glutensiz beslenelim, ama nasıl?

Biliyorum ki, bir çok kişi vücudundaki sıkıntılarla glutenin bağlantısını keşfetti ve ondan uzaklaşma denemeleri yapıyor. Ben de hemen hemen her vakada bir eliminasyon diyeti yaptırıp, hemen yolun başında kişinin glüten ve diğer evrensel alerjenlere duyarlılığını test etmesini öneriyorum. Sonuçta duyarlılık varsa, glüteni uzunca bir süre kesmek, bağırsağın ve vücuttaki iltihabın çözülmesi için çok faydalı.

Fakat bir diğer saptamam da şu, maalesef piyasada, marketlerde ve restorantlarda “glütensiz” etiketli ürünleri alarak beslenmeyi sürdürmekle ilgili bir yanlış var. Bunu lütfen yapmayın arkadaşlar. Bu glütensiz diye satılan ürünlerin besin değeri düşük, proteini düşük, magnezyumu, potasyumu, e vitamini, folatı düşük, buna karşılık hastalıkları oluşturan trans yağları fazla, kalorisi yüksek oluyor. Bu bir kandırmaca…

Eğer glütensiz beslenmek istiyorsanız, besin değeri içinde korunmuş olan işlenmemiş ya da az işlenmiş ürünleri kullanın. Bir besin maddesi ne kadar işlenmişse, o kadar işlevsiz oluyor. Örneğin pirince bakalım, bir çok insan pirinci kan şekerini yükselttiği için kullanmaz; bu doğru bir kara bence, ama sadece rafine beyaz pirinç kullandığımızda geçerli… Eğer pirincimiz işlenmemiş, rafine edilmemiş tam tahıl halinde olursa, oldukça da faydalıdır. Eski hekimler, o dönemin salgınlarını kepekli, esmer, yabani pirinçlerle tedavi etmiştir. Üstelik işlenmemiş, tam pirinç halinde kullanır ve de pişirdikten sonra dolapta bekletip, ertesi gün yersek, içinde var olan nişasta da dirençli nişastaya dönüşür ki, bunun da kan şekerini yükseltme etkisi çok daha azdır.

Sonuç olarak, glütensiz beslenmeniz gerekiyorsa lütfen hazır, paketli, ileri derecede rafine ürünler almaktan kaçının. Böyle bir ürünü almaya niyet ettiğinizde, çevirip etiketine bakın, içinde protein, diyet lifi, şeker, doymuş yağ oranları nedir, bilmediğiniz hangi bileşenleri içeriyor… Ve mümkünse onu yerine bırakın.

Biz Akdeniz ülkesiyiz, bizim elimizin altında çeşit çeşit meyve sebzeler, proteinler, kuru yemişler, baklagiller, diğer sağlıklı tam tahıllar var. Lütfen bunlara odaklanın…

Yazıyı Oku »
Yazılarım

Tatlı çok seviyorum, vazgeçemiyorum diyorsanız

Şekerin, kokain gibi bağımlılık yaptığını biliyor musunuz? Beynimizdeki haz yolakları aracılığıyla, siz bu bağımlılıktan kurtulmaya karar verip de, “dur” diyene kadar, tatlı yeme isteği duyuyor olabilirsiniz.

Yanlış beslenme alışkanlıkları sebebiyle ya da koşullar sebebiyle bağırsaklarınızdaki bakteriler de değişerek, sizin yerine yemek seçimini bu istemediğimiz artmış bakteri kitlesi yapıyor olabilir.

Ya da öğünler sırasında yeterince makrobesin öğelerini, örneğin protein almadığınız için, vücudunuz size eksik besin öğeleriyle ilgili sinyal gönderiyor, siz de bunu canım tatlı yemek istiyor şeklinde yorumluyor olabilirsiniz.

Vücudumuzdaki susuzluk düzenleme merkezleri ile açlık düzenleme merkezleri çok yakın olduğundan, siz susuzluğu açlık zannediyor olabilirsiniz, ve en kolay, en el altında ve ucuz rafine karbonhidratlara yönleniyor olabilirsiniz.

Yeterince kaliteli uyku uyumuyorsanız, vücudunuzun dengesi bozularak, yeme davranışınız sizi daha çok keyif verici bu maddelere yönlendiriyor olabilir.

Mutluluğu keyif verici maddelerde aramak yerine, bedenin ihtiyaçlarına odaklanıp, kuralları kendiniz koyarsanız, bu döngüden çıkmak mümkün. Biliyorsunuz bir alışkanlık edinmek 21 günde mümkün, ama bunu yaşam tarzı haline getirmek için 3-6 ay bu yolda sebat etmelisiniz. Unutmayın, bağırsak floramız da bu seçimleriniz birkaç gün içinde uyum sağlayacak ve sizin sürekli iradenizle sınanmamanız için size destek olacaktır. Tatlı isteği duymamak için, öğünlerde dengeli tabak modeline uygun beslenin. Mutlaka meyve tüketin, meyve tüketmeyen insanların daha fazla tatlı tükettiği gözlemlenmiştir.

Alternatif içeriklerle yapılan tatlılara da, içerikleri sağlıklı olsa bile sadece özel durumlarda başvurun. Her gün sağlıklı içeriklerle tatlı, kurabiye, çörek vb. ürünler tüketen birinin zayıflaması da, kronik hastalıklardan korunması ya da bu hastalıkları yok etmesi mümkün değil.

Ruhsal dünyanıza biraz destek verin. Sizi mutlu eden insanlarla iletişiminizi arttırın. Her gün biraz meditasyon ya da nefes egzersizi yapın.

En önemlisi de, evinize ya da iş yerinize, ikram etmek için bile olsa bu tür besinlerden sokmayın. Şöyle düşünün, alkolden kurtulmak istiyor olsaydınız, evinizde “misafirler için” alkol bulunduru muydunuz?

#drferdaayhanyalçın #drferdaayhanyalcin #ozontedavisi #medikalozontedavisi #fonksiyoneltıpizmir #fonksiyoneltıpdoktoru #fonksiyoneltıpdoktoruizmir #ozonetherapy #functionalmedicineproviderizmir #functionalmedicine #tatlı #tatlıbağımlısı #tatlıbağımlılığı #tatlıyemek #tatlıyemekistiyorum

Yazıyı Oku »
Yazılarım

Polikistik Over Sendromu (PKOS)

Polikistik Over Sendromunda İlk Terapötik Hedef İnsülin Dengesinin Yönetilmesidir:

Polikistik Over Sendromu (PKOS), kadınlarda en sık görülen endokrin bozukluktur. PKOS yumurtalıkta kistler, adet düzensizlikleri ve androjenlerin (erkek hormonları) yüksekliği ile tanı konulan bir durumdur. Bu durum, bir kadının sağlığı ve görünümü üzerinde olumsuz etkilere sahip olabilir. 

PKOS’un çok sayıda semptomu vardır. Bunlar arasında kısırlık, düzensiz veya adet gecikmesi, yüksek erkek hormonları, aşırı saç büyümesi, erkek tipi kellik veya saç seyrelmesi ve düşük cinsel dürtü sayılabilir. Kilo alımı, kilo vermede zorluk, akne, anksiyete, depresyon ve yorgunluk PKOS’ta yaygındır.

PKOS gelişiminde en çok kronik inflamasyon ve insülin direnci suçlanır. Genetik faktörler, obezite, lipid anormallikleri, stres hormonlarındaki dengesizlikler PKOS ile bağlantılı diğer faktörlerdir.

PKOS sendromunun diyabet, kalp damar sistemi hastalıkları, kanserler gibi komplikasyonları olabilir. Özellikle erken tanı koyulduğunda komplikasyonları önlemek mümkündür, bu nedenle adet düzensizlikleri olan genç kadınların mutlaka bir kadın sağlığı uzmanıyla görüşmesi ve muayene olması gerekir. PKOS tek bir tablo değil, geniş bir spektrumda klinik görünümü olan bir durumdur. Her bir durumda da yaklaşım ve tedavi farklı olmalıdır. Çoğu zaman adetleri düzene sokmak için kullanılan doğum kontrol hapı şeklindeki tedaviler kesildiğinde, klinik geri gelebilmektedir. Bu nedenle bu durumu ortaya çıkaran olası faktörleri düzenlemek gerekir. Bu nedenle bu konu, fonksiyonel tıbbın ilgi alanına da girmektedir.

PKOS öncelikle anti-inflamatuar bir diyet tüketmek, insülin duyarlılığını tedavi etmek, fazla kiloları vermek, endokrin bozucu bileşiklerden kaçınmak, yüksek kortizol seviyelerini azaltmak gerekir. N-asetilsistein, resveratrol, omega-3 yağ asitleri, D vitamini ve inositol takviyesi yer alır.

PKOS patofizyolojisi:

1. İnsülin yüksekliği en önemli sebeptir

2. Yüksek insülin hipotalamustan LH ve FSH salınımında dengesizliğe sebep olur, normalde FSH LH’ın yaklaşık 2 katı yüksekliğinde olması gerekirken, LH daha fazla salınır ve bu da daha fazla androjen (erkek hormonu) salınımına sebep olur. Ovulasyon olmaz, bu nedenle ovulasyon sonrası progesteron sentezi gerçekleşmez ve östrojeni karşılayacak progesteron salgılanamaz, östrojen fazlalığı gelişir.

3. Yüksek insülin aynı zamanda SHBG (seks hormonu bağlayıcı globülin) sentezini bozar, bu da daha fazla serbest testosteronoluşumuna sebep olur. Bu durum PKOS’taki androjen fazlalığı yükünü arttırır.

4. Yüksek insülin, yumurtalıktaki enzimleri etkileyerek daha fazla androjen sentezine sebep olur. 

5. Artmış testosteron, SHBG düzeyinde daha fazla düşmeye sebep olur.

6. Artan testosteron, PKOS’un klasik androjenik bulgularını (kıllanma, saç dökülmesi, akne vb.) yaratırken, bir yandan da çevre, özellikle de yağ dokusunda doğla olarak testosterondan östrojene bir dönüşüm olduğundan, aynı zamanda östrojen fazlalığı da oluşur.

7. Deneysel örneklerde, androjenlerdeki artışın, kadınlarda insülin artışına da sebep olduğu gösterilmiştir.

Görüldüğü gibi ilk düzeltimesi gereken alan, insülin yüksekliğinin düzenlenmesidir. Bunun için öncelikle beslenmeye yönelmek gerekir, size önerilerim şunlar: 

1. Çözünür lifi artırın (ıslatılmış/filizlenmiş tahıllar, kabuklu yemişler, baklagiller gibi bitki bazlı gıdalarda)

2. Koyu yeşil yapraklı ve turpgiller gibi sebzeler, meyve ve düşük nişastalı sebzelerin alımını artırın

3. Karbonhidratları protein ve/veya yağ ile tüketin (yemek başına yaklaşık 25 g protein)

4. Dirençli nişasta ve fermente gıdaları tercih edin

5. Omega 3 yağ asidi kaynağı olan besinleri tüketin 

6. Yapay tatlandırıcılardan kaçının

7. Yeterli hidrasyon sağlayın (vücudunuzda daha az su, daha yüksek kan şekeri konsantrasyonu anlamına gelir)

8. Çevrenizin farkında olun: Stres kan şekerini/insülin/leptini artırır (tokluk hissini azaltır)

Yazıyı Oku »
Yazılarım

Kemik Erimesini Önleyen Besinler

Osteoporoz

Dünya çapında daha çok kadınları olmakla birlikte, tüm insanları ilgilendiren bir durum kemik erimesi. 30 yaş civarı kemik dokusu maksimum gelişimine yapım yönünde ulaşır, tamir ve yenilenme hayat boyu devam eder, hatta kemik yapının yaklaşık %15’i her yıl yenilenir. Ardından 40’lı yaşlarda kemik yıkımı ön plana geçer. Kadınlarda menopoz sonrası östrojen miktarının azalmasıyla, kemik erimesi çok hızlanır. Menopoz sırasında kemik erimesinin hızlandığı noktadaki kemik yoğunluğunu, aslında ergenlik çağı sonrasına kadarki kemik gelişimi belirler, yani ne kadar kaliteli ve yoğun bir kemik yapısı gelişmişse, erimenin başladığı düzeyde o kadar yüksekten başlayacak ve geçen yıllarla meydana gelen azalma daha geç ağır seviyelere ulaşacaktır. Bu nedenle ergenlik çağı öncesinden başlayarak kaliteli bir beslenme ve yeterli sportif aktivite ile iyi bir kemik yoğunluğuna ulaşmak üzere önlemler alınmalı. Çünkü iskelet yapımızdaki kemikler, vücudumuz için destek olması, önemli kalp akciğerler gibi iç organları korunması ve çok önemli bir başka görev olarak vücudumuzun asit/baz dengesini sağlama işlevlerine sahiptir. Ve maalesef, kemik erimesi çok sinsi ilerlediğinden, kemik dokudaki kayıplar çoğu zaman bir kırık yaşandığında ortaya çıkar. 

Kemik erimesi gelişiminde beslenme ve yaşam tarzı faktörlerinin yanı sıra, genetik altyapı, hormonlar, metabolik, mekanik, immünolojik faktörler de rol alır. Bu nedenle, düzenleyebileceğimiz risk faktörleri anlamında, kemik erimesini önleyici bir yaşam tarzını tercih etmek çok değerli.

Kemiklerin yapısı:

Kemiklerin yapısı basitçe ifade etmek gerekirse, kemik matriks ve bunun içinin minerallerle doldurulması şeklinde bir düzeneğe sahiptir. Kemik yapımını üstlenen hücreler osteoblastlar, yıkımdan sorumlu hücreler ise osteoklast olarak adlandırılır. Kemik matriksi osteoblastlar yapar, ve 30 yaşına kadar osteobalstların hakimiyeti vardır, daha sonraki yıllarda da hormonal, metabolik, mekanik, nörolojik uyarılara cevaben kemik yapımı ve yıkımı gerçekleşir, kemik dinamik bir dokudur.

Kemiğin yoğunluğu DEXA (Dual Enerji X-ray Absorptiometre) denilen yöntemle yapılır. Eğer ölçülen kemik yoğunluğu 1-2,5 arasındaysa osteopeni (kemik yoğunluğunun azalması), 2,5 un altındaysa osteoporoz (kemik erimesi) olarak sınıflandırılır. Kemik yoğunluğunun azalması kemik kırıklarıyla ilişkili olduğu için çok önemlidir. 

Kemik kırıklarının oluşmasında saptanmış bazı risk faktörleri vardır. Bunlar: daha önce kemik kırığı geçirmiş olmak, zayıflık, sigara kullanımı, romatoid artrit, aşırı alkol tüketimi, ebeveynlerinden birinde kalça kırığı olması gibi faktörlerdir.  Ayrıca besin maddesi eksiklikleri, aşırı kafein, erken menopoz, malabsorbsiyon sendromları, otoimmün hastalıklar, küçük yapılı olmak, beyaz-kafkas ırkından ya da Asya’lı olmak, görme ve denge sorunları, bayılmalar ve bilinç kayıpları yaşıyor olmak, fiziksel kırılganlık, kortikostreoid, aromataz inhibitörleri, PPI, antikonvülzan, sedatif, antikolinerjik, antihipertansif, heparin, siklosporin, antihistaminik ilaçları sürekli kullanmak da risk faktörleri arasında sayılır.

Enflamasyon:

Vücutta enflamasyon (iltihap) varlığı da, bütün kronik hastalıklarda olduğu gibi, kemik erimesinde de bir etmen. Proenflamatuar sitokinler dediğimiz IL-6, IL-1, TNF-alfa kemik yıkımını sağlayan osteoklastları uyarır, osteoblastaların kollajen sentezini engeller. Romatoid artrit, iltihabi bağırsak hastalıkları, multipl skleroz, sistemik lupus eritematozus gibi otoimmün hastalıklarda kemik erimesi sık görülür.Bu nedenle enflamasyonun baskılanması kemik yapımını destekler. Burada omega 3 yağ asitlerinin sistemik enflamasyonu azaltarak kemik yoğunluğu ve gücünü desteklemekte faydası olduğu düşünülmektedir.

Kemik erimesinin oluşmaması, oluşmuş olanın ilerlemesinin durdurulması ve hatta geri döndürülmesi için gerekli yaşam tarzı faktörlerini, beslenme, sportif aktivite ve stres yönetimi başlıkları altında değerlendirebiliriz.

Beslenme:

Beslenme özellikle yeterli kalsiyumu içerecek şekilde düzenlenmeli. Hepimizin bildiği gibi süt ürünleri iyi kalsiyum kaynağıdır. Ancak yapılan çalışmalar süt tüketiminin en fazla olduğu kuzey Avrupa ülkelerinde kemik erimesinin en fazla olduğunu gösteriyor, bu nedenle süt ürünleri dışındaki kalsiyum kaynaklarına da ağırlık vermek gerekiyor. Bu grubun dışında koyu yeşil yapraklı sebzeler, ıspanak, brokoli, badem, kuru incir, somon gibi gıdalarda bol miktarda kalsiyum bulunmaktadır. Ancak besinlerle 450-1150 mg arası olarak tahmin edilen yeterli kalsiyum alındığı garanti edilemiyorsa, beslenme desteği olarak da kalsiyum kullanılabilir.  

Ayrıca bu kalsiyumun yeterli emilimi ve kayıpların azaltılabilmesi için, vücutta yeterli protein, D ve K vitaminlerinin bulunması gerekir. D vitamini sentezi için yeterli gün ışığı maruziyeti gerekirken, K1 vitaminini marul, pazı, ıspanak, kale marulu, brokoli gibi klorofil içeren sebzelerden, K2 vitaminini peynir, yumurta sarısı, tereyağı, kaz ciğeri, tavuk ciğeri, tavuk ve etten temin edebiliriz.

Vücutta sağlıklı yağ asitlerinin oranını arttırmak da çok önemli. Omega 3 yağ asitlerinin, kalsiyum emilimini arttırmak, iltihap giderici etkiler, kemik iliğinde osteoblast yapımını arttırıcı etkileriyle kemik erimesi üzerine olumlu etkilerini ortaya çıkardığını biliyoruz.

Sodyum alımının azaltılması, kafein ve rafine karbonhidrat tüketiminin azaltılması gerekir. Protein miktarı yeterli olsun diye düşünürken, hayvansal proteini azaltıp, bitkisel proteinlere ağırlık verilmesi gerektiğini de belirtmeliyim. Protein miktarını kilogram başına 0,8 mg düzeyinde ayarlamaya çalışabiliriz. 

Kemik yapısı konuşulurken tabii ki D vitamini düzeyi de kilit önem taşıyor, maksimum kalsiyum emilimi için d vitamininin en az 40 ng/ml kan düzeyinde olması gerekiyor, biz daha yüksek bir düzeyi (60-80 ng/ml aralığını) hedefliyoruz. Beraberinde K1 ve K2 vitaminiyle ilgili öneriler de yaklaşık 90-120 mcg civarında, daha yüksek dozların kullanımıyla ilgili olarak da oldukça güvenli olduğunu söylemeliyiz.

Bunların yanısıra magnezyum, bakır, boron, manganez ve silika, yeterli C vitamini, soya izoflavonlarının da desteklenmesi yerinde olur. 

Kemik erimesi açısından günde 2 adet yeşil çayın, zerdeçal gibi bitkisel besleyicilerin faydalı olabileceğini söyleyebiliriz.

Mikrobiyom ve kemik sağlığı:

İnsn vücudunda yerleşik bakteri dünyasının, sağlığımızın her yönüyle ilişkili olduğunu artık biliyoruz; beyin fonksiyonları, bağışıklık cevabı, enfalamsyon düzeyi, vücut ağırlığı ve kanserlerde olduğu gibi, kemik yapımızla da mikrobiyomumuzun önemli ilişkileri var. Beslenmede yer vereceğimiz diyet lifleri ve probiyotikler sayesinde, bifidobakterilerin sayısının artarak, kalsiyum emilimini ve kemik mineralizasyonu arttırdığı çeşitli klinik çalışmalarla gösterilmiştir. Bu nedenle sağlıklı ve çeşitlilik arzeden bir mikrobiyom için sağlıklı karbonhidratları, fermente besinleri tüketmek ve gereksiz antibiyotik kullanımından kaçınmak gerekiyor.

Egzersiz:

Bunların yanı sıra egzersizin çok önemli yeri var. Yerçekimine karşı ritmik egzersiz olarak yürüyüş, koşu, ip atlama çok faydalı; ama bunlardan da değerlisi gün aşırı kas geliştirici, özellikle de ağırlık egzersizleri haftada 5 gün ya da daha fazla, 30-45 dakika süreyle hafif-orta şiddette yapılması gerekiyor. Denge egzersizlerini de unutmamak gerekiyor.

Stresin vücudumuzda yarattığı stres hormon salınımının da kemik erimesine katkısı olduğunu bildiğimizden, zihin-beden ilişkisini geliştiren her türlü uygulama, nefes egzersizleri, meditasyon, yoga, kılavuzlu canlandırma pratikleri paha biçilemez değerde.

Kaçınılması gereken davranışlar:

Özellikle sodyum alımının kısıtlanması, 5000 mcg/gün den daha yüksek dozlarda A vitamini kullanılmaması, kafein ve sigaradan uzak durulması, alkolün azaltılması kaçınmamız gereken şeyler.

Hormon replasmanı:

Menopozdan sonra kemik erimesinin, östrojen miktarının azalmasına bağlı olarak arttığını bildiğimizden, menopoz döneminin başında kemik yoğunluğu düzeyinin araştırılarak, takip eden yıllarda mutlaka önlemleri almaya devam ederken kontrol edilmesi, gerekiyorsa hormon replasman tedavisinin planlanması da çok çok önemli.

Yazıyı Oku »
Yazılarım

B12 Vitamini farklı türleri nasıl değerlendirilmeli

Farklı B12 türleri, farklı insanlar için en iyi sonucu verir.

B12 vitamini suda çözünen bir vitamindir. Bu, vücutta uzun süre kalmadığı ve vücutta sağlıklı B12 seviyelerini korumak için daha sık B12 desteği gerekebileceği anlamına gelir.

B12 Vitamini vücuttaki diğer rollerin yanı sıra enerji, denge ile ilgili sporlar, dayanıklılık sporları, sağlıklı kırmızı kan hücreleri, hafıza için önemlidir.

Alkollü içecekler, kötü beslenme, bazı ilaçlar ve yaşlandıkça B12 vitamini tükenebilir.

B12 eksikliği yorgunluk, alkolik karaciğer hastalığı, anemi, kanser, ülser, bunama, nöral tüp kusurları, depresyon ve hafıza kaybı ile ilişkilendirilmiştir.

Daha yüksek B12 seviyeleri, atletizmde gelişmiş denge, enerji ve dayanıklılık ile ilişkilidir.

Kobalamin olarak da adlandırılan B12 vitamini, hidroksil B12, metil B12, siyano B12 ve Adenosil B12’yi içerebilir. B12 de dahil olmak üzere pek çok vitamin normalde yiyeceklerde bulunduğu formda aktif değildir, bunun yerine vücudun B12’yi doğrudan kullanabileceği bir forma dönüştürmesi gerekir. Vücuttaki bir dizi farklı enzimin düzgün çalışması için B12 gereklidir, ancak tüm B12 türleri eşit değildir ve tüm B12 türleri vücuttaki kritik reaksiyonlar için gerekli olana kolayca değiştirilemez. Hidroksi, metil ve adenosil, vücuttaki reaksiyonlarla doğrudan kullanılan B12 formlarıdır. Siyano B12 vücutta kullanılmak üzere dönüştürülmelidir ve adından da anlaşılacağı gibi siyanokobalamin bir siyanür molekülü içerir.

Metil B12 herkes tarafından tolere edilemese de vücutta kullanılabilir. Kafein, kola, çay tüketince gerginlik hissedenler, metil B12’ye de tepki vermeyebilir. 

Adenosil B12, vücudunuzdaki hücrelerdeki enerji döngüsünde önemli olan B12’nin özel bir formudur. Adenosil B12’ye sahip olmak önemlidir, ancak diğer B12 formları kadar çok yönlü değildir, bu nedenle daha düşük dozlarda kullanılabilir.

Hidroksikobalamin B12 veya hidroksi B12, vücuttaki reaksiyonlar için kullanılan forma daha kolay dönüştürülen B12 vitamininin benzersiz bir şeklidir. Bu, neden herkes formülasyonlarında yüksek doz hidroksil B12 kullanmıyor diye sormanıza neden olabilir. Pekala, Hydroxycobalamin (Hidroksi B12) ile çalışmak daha zordur, aktif formda tutmak daha zordur ve siyano B12 gibi diğer bazı B12 formlarından daha pahalıdır. Bu nedenle diğer birçok ürün hidroksil B12 içermez ve bunun yerine siyano B12 kullanır.

Siyano B12, bir siyanür molekülü içerir. Bu nedenle, siyano B12 aldığınızda, vücudunuz onu kullanabilmek için önce onu hidroksi B12’ye çevirmeli, ardından toksik siyanür molekülünden kurtulmanın bir yolunu bulmalıdır. B12 molekülünün geri kalanı sizin için iyi olsa bile hepimiz siyanürün bir zehir olduğunu biliyoruz. Vücut aslında siyanürü detoksifiye etmek için hidroksi B12 kullanır. Dolayısıyla, yalnızca siyano B12 vücudunuzun ihtiyaç duyduğu form değildir, aynı zamanda daha yüksek dozlarda siyano B12 almak aslında hidroksi B12’nizi tüketebilir. Peki zehirli olabilecekse neden siyano B12 kullansın? Eh, düşük dozlarda gözler için yararlı olabilir, ancak çoğunlukla siyano B12 kullanılır çünkü çok daha ucuzdur ve sabit kalması daha kolay olan bir B12 formudur.

Yazıyı Oku »